İstiklal Mahkemesi’nde bir İngiliz casusu : Mustafa Sağır Bin Zekeriya – 3

Atatürk’ün müthiş önsezisi

 

 

Mustafa Sagir, Ankara’ya geliyordu. Gazi Paşa, Sagir’i karşılamakla bizzat beni görevlendirdi. Ankara’nın Çankırı kapısı dışında Mustafa Sagir’le ilk karşılaştığımda, kendisi, arabasında Kemaleddin Sami Paşa ile birlikteydik. Gazi’nin selam ve sevgilerini bildirdim, O’nun adına “hoşgeldiniz” dedim. Aynı arabaya binerek kendisini Büyük Millet Meclisi binasına getirdim. Orada hemen Gazi ile buluştu. Görüşme yarım saat kadar bile sürmedi. Mustafa Sagir, Gazi’nin yanından çıktı ve kendisine ayrılan Hürriyet Oteli’ne götürüldü. O ayrıldıktan sonra Gazi’nin yanına girdim. Gazi’nin gözü Mustafa Sagir’i tutmamıştı. Sözlerinden ve görüşlerinden hiç de memnun görünmüyordu. İzlenimlerini sorduğumda bana şu cevabı verdi:

 

 

“Dikkatli olmalı! Mükemmel bir casustur!” Gazi’nin, insanları ilk bakışta tanımak gibi üstün bir yeteneği vardı.

 

İçişleri Bakanı Adnan (Adıvar) Bey de ilk görüşmesinde Mustafa Sagir’in casusluğundan kuşku duymuştu. Hint Hilafet Cemiyeti temsilcisi olarak gelen bu adam, çok sayıda ziyaretçi kabul ediyor, çok sayıda kişi ile görüşüyor ama asıl ilişkiye girmesi gereken hükümetten uzak durmayı tercih ediyordu. Yaptığı görüşmelerde İngilizlerden hiç söz etmemesi, sürekli Rusları kötülemesi dikkati çekiyor ve kuşkuları artırıyordu. Adnan Bey, Mustafa Sagir’in neyin nesi olduğunu ve Türkiye’ye ne amaçla geldiğini ortaya çıkarmak için isabetli bir yol izlemiş, sonunda, İstanbul’daki meşhur Nelson’a gönderilmek üzere ilaçlı iki büyük kağıda yazılmış ancak iki satırlık mektubu ele geçirmişti. Üzerine amonyak dökülünce mektupların içeriği ortaya çıkmış ve Mustafa Sagir tutuklanmıştı.

 

Türkiye’ye niçin gelmişti?

Yapılan ilk tahkikattan sonra da üyesi bulunduğum Bir Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gönderilmişti. Mahkememiz o andan itibaren, yalnız Türkiye için değil, dış dünya için de olağanüstü önemli olan bir olaya el koymuş bulunuyordu.

 

Türk polisi İngiliz casusu Hintli Mustafa Sagir’i planlarını uygulamaya fırsat bulamadan yakalamayı başarmıştı.

Birçok ülkede ustaca ve başarıyla iş gören bu resmi İngiliz casusunun, onu, emir ve para vererek harekete geçiren Türkiye’deki İngiliz casus şebekesinin ve İngiliz hariciyesinin bütün gizli faaliyet ve hazırlıklarını meydana çıkarmayı başaran İçişleri Bakanı Adnan Bey’i kutlamamak mümkün değildi.

İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın ta gençliğinden beri öğrenimine özen gösterdiği ve özellikle Doğu için yetiştirdiği Mustafa Sagir, müthiş bir casus olmakla birlikte o kadar zeki sayılmazdı.

 

Sadece Allah’tan korkar…’

O günlerde Ankara’da bina bulmak zordu. Büyük gayret ve güçlükle, bir emekli subayın evi kiralanmış ve mahkememiz bu evde çalışmaya başlamıştı. Evin üst katında merdivenden çıkınca dar bir salon, bu salonun sağında görüşme salonu ve katiplerin çalışma odaları vardı. Duruşmalar bu dar salonda yapılırdı. Salonun siyah perdeli iki dar penceresi önünde at nalı şeklinde küçük bir hakimler heyeti kürsüsü ve hakimlerin oturduğu yerin arkasında -tam iki pencere arasında- yeşil bir levha üzerine siyah harflerle “Bir Numaralı İstiklal Mahkemesi heyeti, mücadelesinde sadece Allah’tan korkar” yazısı vardı. Salon genel olarak heybetliydi. Mustafa Sagir’in ilk sorgusunu burada, açık yargılamasını ise Ağır Ceza Mahkemesi’nin geniş salonunda yapmıştık.

Mustafa Sagir mahkeme salonuna ilk getirildiğinde, mahkeme heyetinin arkasında asılı levha gözüne çarpmış, ürkmüş ve heyecanlanmıştı. Sinirli bir haldeydi. Sürekli olarak çevreyi ve hakimler heyetini heyecanla inceliyordu. Adının Mustafa, babasının adının Zekeriya olduğunu söyleyen bu Hintlinin yaşı otuz üçten biraz büyüktü. Ayağında reyye pantolon, sırtında redingot, başında kıpkırmızı bir fes vardı. Kısa boylu ve şişmandı. Rengi, sapsarıydı. Daha ilk sorgusunda öğrendiğimize göre, bu adam İngilizler adına o güne kadar neler yapmamıştı ki. Ankara’ya gelişi bile gerçekten ustacaydı.

 

İstanbul’a geldiğinde ise kendisini saf, mütevazı, yüreği milletimize ve Müslümanlara sevgi ile çarpan bir dindaş olarak tanıtmıştı, Ulusal hareketimizle içten ilgiliymiş gibi görünerek, kurmay binbaşılardan Filibeli Ali Rıza Bey’le (General Ali Rıza Artunkal) ilişki kurmuş ve onun güvenini kazanmıştı. Ali Rıza Bey aracılığıyla süvari kaymakamlığından emekli Aziz Bey’le tanışmış ve ilk görüşme Filibeli Ali Rıza Bey’in evinin karşısında Mustafa Sagir’in oturduğu evde gerçekleşmişti. Mustafa Sagir, bu görüşme sırasında kendini Hint Hilafet Cemiyeti’nin delegesi olarak tanıtır. İlk görüşmeden sonra Filibeli Ali Rıza Bey, Aziz Bey’e gelerek şöyle der:

Oyun içinde oyun…

“Ayrı ayrı çalışmak olmaz. İstanbul’da Türk-Hint Yardımlaşma Cemiyeti adıyla bir cemiyet oluşturalım. Bu adamın İslam dünyası ile ilgili dikkat çekici incelemeleri var. Bu sayede İslam dünyası ile ilişki kuralım.” 

 

Aziz Bey, bu öneriyi kabul eder. Bir gün Filibeli Ali Rıza Bey bir tüzük taslağı getirir. Aziz Bey, taslağı gözden geçirir. “Zararlı bir şey değil. Bu taslak üzerinde görüşelim” der. Fakat üç gün sonra Mustafa Sagir’in evinde toplandıklarında, Filibeli Ali Rıza Bey tarafından hazırlanan tüzük taslağını tabedilmiş olarak bulur. Bu emrivakiye sinirlenmekle birlikte tüzüğü ret de etmez. Yalnız böyle bir cemiyet kurmak için Mustafa Sagir’in elinde yetki belgesi olup olmadığını sorar. Buna Ali Rıza Bey cevap verir ve “Hint Hilafet Cemiyeti Başkanı Mehmet Ali Han’dan mektup var. O mektupları ben gördüm. Pasaportunun arkasında da Hint Hilafet Cemiyeti mensubu olduğuna dair resmi belge var, onu da gördüm” der. Bunun üzerine Filibeli Ali Rıza Bey, Aziz Bey, Bahriye Mektebi (Denizcilik Okulu) Müdürü Hamit Naci, Kurmay Binbaşı Müfit ve Hamit Naci Bey’in damadından oluşan cemiyet kurulur. Başkanlığa Aziz Bey getirilir. Hatta tüzük gereğince başkana 100, üyelere 40 lira maaş tahsis edilir.

 

Sagir’den dilenen özür…

 

Toplantılardan bir gün sonra, İtilaf devletleri memurları ile İstanbul Merkez Kumandanlığı’ndan bazı subaylar, Mustafa Sagir’in evini basarlar. Mustafa Sagir biraz önce evden çıkmış olduğu için bulunamaz. Evini ararlar, bazı belgeleri alırlar. Filibeli Ali Rıza Bey (Artunkal) ile diğer arkadaşları da yakalanarak Merkez Kumandanlığı’na götürülür. Bir süre sonra Mustafa Sagir Merkez Kumandanlığı’na gelir ve şiddetle bağırmaya başlar:

 

“Siz ne biçim milletsiniz? Biz uzak yerlerden gelip size hizmet etmek istiyoruz. Sizde zerre kadar kan yok mu? Ne yapıyorsunuz?” 

 

Bunun üzerine merkez kumandanı  kendisinden özür diler ve yakaladıkları kişileri serbest bırakır.

Filibeli Ali Rıza Bey ve arkadaşlarının  önerisiyle, Mustafa Sagir’in İstanbul’dan uzaklaşması ve Ankara’ya gitmesi uygun görülür. Aslında güya Mustafa Sagir, Mehmet Ali Han’dan Anadolu’ya geçip doğrudan doğruya Kuva-yı Milliye ile temasa geçmesi için emir almıştır. Aziz Bey vasıtasıyla bütün hareket hazırlıkları yapılır, motor tutulur. Tam hareket edeceği sırada Filibeli Ali Rıza Bey gelir, “Motor parası fazla tutuyor, motorla gitmesi güç olacak, onu Bulgaristan yoluyla göndereceğim. Filibe’ye uğrar, orada yardım görür, iş daha kolaylaşır” der.

Mustafa Sagir Bulgaristan’a hareket eder, fakat hava muhalefeti yüzünden yanlışlıkla İğneada’ya düşer. Yunanlılar kendisini yakalayarak Atina’ya götürürler. İngilizlerin müdahalesiyle oradan da kurtulur. Tekrar İstanbul’a gelerek Filibelii Ali Rıza Bey’in karşısındaki eski evine yerleşir. Maalesef bu kişiler hâlâ bu adamın iyi niyetine inanmaktadırlar. Hatta eline “güvenilebilir” diye bir belge vererek Ankara’ya gönderirler. Sonradan anlaşıldı ki Mustafa Sagir, bu kişilerle olan tüm ilişkilerini ve yaptığı işleri günü gününe İngilizlere haber veriyordu.

 

İtiraf ve idam…

Ülkemize kastı ne idi? Bu ihaneti neden ve nasıl yapacaktı? Bir Müslüman olarak bu görevi neden kabul etmişti? Bu soruları sorduğumuzda verdiği cevap şu olmuştu: “Bu memleketin evladı değilim, vatana ihanetle suçlanamam. Ben Türklerin nimeti ile büyümedim. Beni İngilizler yetiştirdi. Siz yetiştirmiş olsaydınız size de aynı hizmeti yapardım.” 

Mustafa Sagir’in mahkemesi günlerce sürdü. Duruşmalar geniş bir halk topluluğu tarafından ilgiyle izlendi. Hakimiyet-i Milliye gazetesi duruşmaları, 1 Mayıs 1921’den başlayıp günü gününe yayımladı. Deliller çoktu ve kesindi. Mustafa Sagir her şeyi anlatarak suçunu itiraf etti. Tanıklar dinlendi, Mustafa Sagir kendisini savundu. Bir Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi olarak, 23 Mayıs 1921’de Mustafa Sagir’in idamına karar verdik.

Mustafa Sagir, 24 Mayıs 1921’de Karaoğlan Çarşısı’na getirilerek, büyük bir kalabalık önünde, mahkeme katibi Rıza Bey tarafından mahkemenin kararı okunduktan sonra asılarak idam edildi.

 

Mustafa Sağır olayını anlatan bir diğer kişi de Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçendir. Onun da anlattıkları Mustafa sağır olayının ilginçliğini bir kez daha gösteriyor

 

SABİHA GÖKÇEN ANLATIYOR;

Yaşamım boyunca politikaya hiç mi hiç bulaşmadım.. politikayı değil, politikaları yaratan olayları dinlemeyi,öğrenmeyi seviyordum. Bu nedenle Atatürk’e “Mustafa sagir olayı nedir?” diye sorduğumda, o tatlı tatlı  gülümseyerek sadece şu yanıtı verdi; bir  casusluk olayı gökçen… İngilizlerin özel olarak yetiştirdikleri bir Hintli.. sözüm ona hint hilafet cemiyeti üyelerinden biri. Daha doğrusu bize öyle tanıtılmıştı. İngilizler herkesi budala ya da kör yerine koyuyorlardı. Bu zavallı adamın maskesini düşürdüğümüz zaman buna en çok şaşan elbette ki İngilizler olmuştu. Olmuştu ama, Mustafa sagir’in kendilerine hizmet ettiğini hiçbir zaman itiraf etmemişlerdi..

Büyük önderden Mustafa sagir ile duyduklarımın hepsi bu kadardı..Çankaya’ya geldiğim bir tatil günü, Atatürk’ün dört günlük geziye çıktığını öğrendim. Yurt gezisine. Bu arada bana kısa bir mektupçuk bırakmıştı; kızım gökçen diyordu..Anadolu’daki bazı çalışmaları yerinde görmek üzere gidiyorum. Merak ettiğin Mustafa sagir konusunda, en yetkili kişilerden bir olan ali kılıç bey sana geniş bilgi verecektir, gözlerinden öperim…

Ve hemen o akşam kılıç ali bey köşke gelerek beni buldu. Önce istiklal mahkemelerinden bahsetti kısaca;

“biz Türk ulusu olarak tek bir şey istiyorduk, tam bağımsızlık,özgürlük… bunu ne gibi fedakarlıklarla başardığımızı artık herkes çok yakından biliyor.. yokluklar, mahrumiyetler içinde yapılan bu mücadeleye akıl erdiremeyen bedbahtlar, bu kutsal mücadelenin ardında yatan vatan bütünlüğü felsefesini idrak edemeyenler şurada  burada çeşitli suikastlara teşebbüs etmişlerdi..içerden ve dışardan gelecek böylesine haince teşebbüsleri engellemek için meclisçe hükümetçe önlemler alınması gerekiyordu.sarayın emri ile verilen fetvalar, yer yer baş gösteren isyan hareketleri, ordumuzu daha doğmadan boğmaya kalkan girişimler büyük bir tehlikenin alenen çalan çanlarıydı. Ulusal davayı yetki ile ve büyük bir hassasiyetle ele alan birinci büyük millet  meclisimiz her türlü vatan hainleri ile meşgul olmayı kendisine görev edinmişti..istiklal mahkemeleri kurulacaktı. Bunun için bir yasa hazırlanması gerekiyordu. Kimisi millet mahkemesi diyelim dedi, kimisi terör mahkemesi diyelim diye tutturdu oysa en yakışır isim kuşkusuz istiklal mahkemesi idi…

kılıç ali bey bu girişten sonra Mustafa sagir olayına geldi ve ağır ağır anlatmaya başladı..

iç ve dış olalar yoğunluk kazanmıştı.bu yoğunluk ve kargaşalıklar içinde başımıza birde Mustafa sagir olayı çıktı. İstanbul’da gizli olarak çalışan ulusal gruplardan biri telgrafla, Hint hilafet cemiyeti üyelerinden biri olan Mustafa sagir adında birinin Anadolu’ya geçmek istediğini bildirmişti. Bu zat Anadolu’da Hindistan Müslümanlarını temsil edecekti verilen bilgilere göre. İç işleri bakanlığı bu bilgi önce önemli ve inanılır bulduğundan Mustafa sagir hakkında saygı gösterilmesini emretmişti İnebolu’ya . bundan bir süre sonra İnebolu’ya çıkan Mustafa sagir gerek halk gerekse hükümet ilgilileri tarafından çok samimi bir şekilde karşılanmış. Konuk edilmiş kendisine  ziyafetler verilmişti. Sagir bu ikramdan son derece memnun kalmış İnebolu’da nutuklar çekmişti..Kastamonu’ya geldiğinde ise bu ilginin azaldığını farkedip durumu hükümete telgrafla şikayet etmişti. Mustafa sagir’ın bu üzüntüsünü hafifletmek için olacak kendisi Ankara’ya yaklaşırken Atatürk beni bu zatı bizzat karşılamak üzere göndermişti. Mustafa sagir’i çankırıkapısında karşıladım. Hintli temsilciye gazi paşa hazretleri namına “hoş geldiniz” dedim. Ve kendisini TBMM’ne götürdüm. Orada Atatürk’le buluştu. Görüşmeleri yanılmıyorsam yirmi dakika sürdü. Mustafa sagir paşanın yanından çıktı ve doğruca ikametine ayrılan hürriyet oteline götürüldü. O çıktıktan sonra ben Atatürk’ün yanına girdim. Büyük önderin yüzü hiçte memnun görünmüyordu. Düşünceli idi. Kaşları çatılmıştı ve şakakları oynuyordu.sagir hakkında izlenimlerini sorduğum zaman bana şu kesin görüşünü açıkladı; dikkatli olmalı bu adam mükemmel bir casustur. Şaşırmıştım. Bu hiç aklıma gelmemişti doğrusu. İlk defa gördüğü bir insan hakkında nasıl bu hükme vardığını soramadım. Sormakta içimden gelmedi. Çünkü Atatürk’ün kendisini hiç yanıltmayan bir önsezisi vardı. O zamanlar içişleri bakanı Adnan Adıvar’dı.  Soruşturduğumda onun da sagir’dan şüphelendiğini öğrendim. Adıvar da bu adamın casus olduğundan şüpheleniyordu. Sagir Hint hilafet cemiyeti murahhası olarak Ankara’da birçok kişilerle temaslarda bulunuyor, birçok ziyaretler yapıyor ama asıl münasebette bulunması lazım gelen hükümetten kesinlikle uzak duruyordu. Yaptığı temaslarda İngilizlerden hiç bahsetmemesi, buna karşılık Rusların aleyhinde bulunması dikkat çekmeye yetmişti. Şimdi artık ilgililer tarafından sıkı bir kontrol altında bulunuyordu. Bir gün İstanbul’da ki meşhur “nelson’a” gönderilmek üzere ecza ile büyük bir kağıt parçasına yazılmış fakat iki satırdan fazla olmayan mektubu elde edilmişti. Mektubun üzerine amonyak döküldüğünde, içeriği şüpheli görülerek sagir tevkif edilmiş ve yapılan tahkikattan sonra yaman bir casus olduğu saptanarak üyesi bulunduğum bir numaralı Ankara istiklal mahkemesine sevk edilmişti. Böylece adı geçen mahkeme yalnızca ülkemizde değil, dış ülkelerde de yankı uyandıran önemli bir konuya el koymuş bulunuyordu. Sagir kimdi? Türkiye’ye Anadolu’ya niçin ve nasıl gelmişti? Bu soruların yanıtlarını bulup çıkarmakta mahkeme süresince pekte güçlük çekmiş değiliz.. İngiliz dışişleri bakanlığının ta gençliğinden beri öğretim ve eğitimine önem verdiği sagir, özellikle doğu ülkeleri için tam bir istihbaratçı olarak yetiştirilmişti. Son görevi o güne değin yaptıklarından çok daha önemli idi. Bu kez İngilizler bu çok güvendikleri casusa  Anadolu’da her ne pahasına olursa olsun ulusal harekatı baltalamak, başarısızlığa uğratmak, elinden geldiğince suikastlar düzenlemek görevini vermiş.. hint Müslümanlarının sözde murahhası olarak Türkiye’ye geldiğinde şöyle diyordu; Müslüman kardeşlerimize yardıma geldim. Elimde bir buçuk milyon altınım var.. bununla Anadolu’da okullar açacağım, ulusal ordunun kuvvetlendirilmesine, modern silahlar almasına yardımcı olacağım. Tabi kolayca anlaşılacağı gibi bu parayı veren İngiliz hükümetiydi. Asıl görevi de ulusal harekatı baltalamak, Mustafa kemal paşaya suikast düzenlemekti… Mustafa sagir çok akıllı değildi ama becerikli,çalışkan ve planlayıcı idi.. gazi paşanın hayatını tetkikten ve ona bir suikast tertibi için her türlü hazırlığı yapmaktan geri durmamıştı. Paşanın aşçı ve vekilharcının bahşiş alır takımından  olmadıklarını Atatürk’e sadık ve son derce bağlı olduklarından, onları elde edip aracılıkları ile yemeklerine zehir koydurarak öldürtmenin olanaksızlığını anlamıştı. Öte yandan ata veya otomobile binerken yaverleri ve yanında bulunan sadık arkadaşları hemen bu bineklere binmeyerek gazini binmesini beklerler ve bu süre zarfında da etrafı gözetlerlerdi. Bu nedenle paşaya kolay kolay silah atılarak öldürme olanağı yoktu. Bu adamın memleketimize kastı neydi? Bir Müslüman olarak bu görevi nasıl kabul etmişti. Bu soruları sorduğumuzda aldığımız yanıt şu oldu; bu memleketin evladından değilim. Vatan hainliği ile suçlanamam  ben Türk nimetleri ile bugünlere gelmedim beslenmedim, yetişmedim. Beni yetiştiren İngilizlerdir. Siz yetiştirmiş olsaydınız sizin içinde her yerde aynı görevi seve seve yapardım. Hayat tuhaf şey.. idam.. fakat hayır, korkmuyorum idamdan. İslam’da merhamet vardır.siz merhamet ederseniz size İngilizlerin daha mahrem olaylarını da anlatır ve yazarım. Biliyordum. Türkiye’de iki türlü kalabilirim; merhamet ederseniz yerin üstünde, etmezseniz yerin altında.. günlerce devam eden duruşması sonuncunda bu melunun memleketimizdeki  casusluğu ve hıyaneti tümüyle belirlenmiş kendisi adaletin pençesinden kurtulamayarak idam edilmişti.

İşte Mustafa sagir olayının hiç saptırılmadan gerçek öyküsü budur gökçen.. yine bir meseleyi burada vurgulamakta yarar görüyorum. Atatürk’ün onu ilk gördüğünde, hatta kucakladığında, bu adamın yüzündeki melaneti şeytanlığı anında hissetmiş olması, ona derhal tehlikeli bir casus damgasını vurması şayanı dikkattir. Savaşta da barışta da Atatürk hissiyatında hiç yanılmamış bir dünya lideridir..

 

Kaynak; SABİHA GÖKÇEN –ATATÜRK’ÜN İZİNDE BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ..

 

 

Bu konuda en ilginç notlardan birisi de Mustafa Sağır ile Mehmet Akif ilişkisidir. Ankara’da Mehmet Akif ile samimiyet kurdu. Ankara’da Akif’in Taceddin Mahallesindeki evine gidip gelmeye başladı. Akif’in evini posta adresi olarak vermişti.

 

Atatürk’e suikasti Mehmet Akif önlemiş

 

 Mehmet Âkif’in Ankara’da olduğu dönemde yaşadığı en ilginç olaylardan biri de Mustafa Sağîr vakasıdır. Mustafa Sağîr isimli Hint asıllı İngiliz casusu Milli Mücadeleyi destekleyen tavırlarıyla Mehmet Âkif’le yakın bir ilişki kurmuştur. Âkif’in, Taceddin Mahallesi’ndeki evinde birçok defalar misafir ettiği bu zat Safahat şairinin adresini kullanarak haberleşmektedir. Hadisenin devamını Emin Âkif’ten dinleyelim: “Lâkin Mustafa Sağîr namile Hindistan’dan, İstanbul’dan, hattâ Mısır’dan babamın adresine o kadar çok mektuplar, koca koca zarflar geliyordu ki, peder şüphelenmeğe başladı. Hiç unutmam, İstanbul’dan Mustafa Sağîr’e gelen büyük bir zarfın bir ucu kazara yırtıldı. Zarfın muntazaman katlanmış sahifelerce muhteviyatı gözüküyordu. İkimizin de nazarı dikkatini çeken şey mazrufun yazıdan âri olması oldu. Babam artık dayanamadı. Zarfı yırtarak açtı. Satırsız büyük eseri cedit kâğıtları bomboştu. Yalnız bu kâğıtları katlayan bir tabakada üç dört satırlık bir yazı vardı. İstanbul’da havaların yağmurlu gittiğinden bahsediyor, Mustafa Sağîr’e muvaffakiyetler temenni ediyordu.” Emin Âkif’ten bir kısmını naklettiğimiz bu mühim hadisenin nihayetinde Mehmet Âkif, Mustafa Sağîr’i açığa çıkartmış ve Mustafa Kemal’e düzenlenecek suikasta mani olmuştur. Verdiği ifadede daha önce Afgan Kralı’nı suikast düzenleyerek öldürdüğünü ve Mustafa Kemal’i öldürmek için Ankara’ya geldiğini ifade eden Sağîr bu kez görevini “muvaffakiyetle” tamamlayamamış ve birkaç gün sonra da idam edilmiştir.

 

 

Konuyla ilgili son olarak Mustafa Sağır’ın yakalanma ve idam kararlarını paylaşıyorum. Tarihte bir ibret vesikası olan bu kararları unutmamak gerekir

 

İNGİLİZ KRALİYET CASUSU MUSTAFA SAGİR BİN ZEKERİYA”

 

 

     “Ankara’da ki maksadım;İstanbul’daki Milli Müsellah Kuvvetlerimizin ve MAH Teşkilatımızın nasıl çalıştığını anlamaktı,onun için sabırlı olmağa ve beklemeye karar vermiştim.Çünkü taa içimize kadar elini kolunu sallayarak  ve bizim en kadim dostumuz pervasızlığıyla girdiği halde,binlerce insandan müteşekklil olan bizim Gizli Teşekküllerimiz,bakalım bu adamı anlamakta isabet edecekler mi diye merak ediyordum.Çok şükür ki içimze giren bu Habisi tanımakta onlar da gecikmediler !.”

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ REİSİ REİSİ GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA

 

 

      

  “İngiliz Casusu Mustafa Sagir’in ,Ankara Karaoğlan Semtinde oturduğu eve MAH mensupları tarafından gizlice girilmiş bu konularda mütehassis elemanlar tarafından;görünmeyen gizli mürekkeplerle yazılan ancak görünüşte boş kağıtlar gibi dizili İngiliz casusu bu şahsın bütün gizli evrakları ve İngiliz Gizli Servisi ile bütün muhaberatı okunmuş bütün rumuzları çözülmüş,şifreleri halledilmiş,şüpheli hareketleri tefsir edilerek katt’i ve şaşmaz delillerle Mustafa Sagir’in casusluğu meydana çıkarılmıştır.Şimdi bütün bunları itiraf ettirmek kalıyordu.Bunun için de yapılacak hareket kararı alındı.O,penceresi tavan da olan bir odaya hapsettirildi.Yediği yemekler bir ziyafet masasına yakışacak kadar zengin,ne isterse veriliyor fevkalede ikramlar olunuyordu.Odasına da tuvalet ihtiyacı için büyükçe bir oturak konuldu,vaziyeti ancak onunla karşılıyordu(!).

     Tam 10 gün;havasına tahammül edilemiyen bu oda da kalarak çıldıracak bir hale geldi,korku müthiş,yatamıyor,uyuyamıyor,nefes alamıyordu.Bu soğukkanlı İngiliz yetiştirmesinin mukavetei kırılarak dehşete düşürülmüştü.Nihayet 10 cu gün herşeyi itiraf edeceğini bildirerek Milli Emniyet huzurunda Ankara’ya ne maksatla geldiğini açıkladı.

      Mustafa Sagir Bin Zekeriya’nın beyanatı:”Miralay Lawrens,Osmanlı İmparatorluğunu altınlarla yıkmıştı.İngilizler beni de tabanca ile Türkiye Milli Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya memur etti.Maksadım Mustafa Kemal’i vurmaktı !..Mustafa Kemal’i vurduğumda Türklerin İSTİKLAL Savaşı duracak,Milli Hükümet yıkılacaktı.Fakat muvaffak olamadık !.Suikast Planı benden başka kimse tarafından malum değildir.Mustafa Kemal Paşa’yı da Efgan Kralını vurduğum gibi öldürecektim !.”

     Bu itiraflar,gizlice evinde ele geçirilen evraklar,gizli dolaplarda sakladığı tabanca ve bombalar,Mustafa Sagir’i darağacına götürecek kafi delillerdi.Derhal İSTİKLAL Mahkemesi huzuruna çıkarıldı ve Heyet-i Hakimler ittifakla karar aldılar.Karar Tebliğ edildiğinde her zaman küstahca gülümseyen,kendinden emin olan Mustafa Sagir’in neşeli suratı evvela mor,sonra sapsarı olmuştu.MAH Teşkilatımızın Mühim elemanları Mahkeme safhalarını takip etmişler,icab eden izahatı Heyet-i Hakimlere vermişlerdir.”

     HÜSAMETTİN ERTÜRK

     Emekli Süvari Albayı

Osmanlı Dönemi “Teşkilat-ı Mahsusa” İkinci Başkanı.

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın gizli  Emriyle kurulan ,İstanbul İşgal yıllarında “Gizli ve Müsellah Mukavemet Teşekkülleri “Başkanı.

Ankara Erkan-ı Harbiye Umumiye İstihbaratında” M.M.Grubu ve Müsallah Müdafai Milliye Teşkilatı”(Adı MİT olarak değiştirilmiştir)Kurucu Başkanı

 

 

 

İstiklal Mahkemesi 583 nolu kararı

 

 

Mustafa Sagir hakkında oybirliğiyle, diğer Ferit Cavit ve İzzet hakkında ise oy çokluğuyla alınan idam cezası hükmü

 

Karar No:583

İngilizlerden aldığı talimat üzerine kendisine Hint Hilafet Komitesi’nin delegesi süsünü vererek casusluk yapmak üzere Ankara’ya geldiği ve Ankara’da, İstanbul’da ‘Ferit Cavid’ adresine kimyasal bir karışım ile gizli olarak yazmış bulunduğu mektuplarla Anadolu Hükümeti ve Mustafa Kemal Paşa hakkında sürekli olarak bilgi gönderdiği iddiasıyla mahkememize tevdi dilen İngiliz tebaasından Hindistan’ın Peçaver şehrinde mütevellit 34 yaşlarında Mustafa Sagîr bin Zekeriye ile Mustafa Sagîr’in İstanbul’da İngiliz Hafiye Teşkilatı’na gönderdiği anlaşılan ve gizli mürekkep ile yazılı raporlarını yerine ulaştırmak suretiyle merkumun casusluğuna katılmak suçuyla, kezâ mahkememize tevdi kılınan İstanbul’da mütevellit 42 yaşlarından ‘İleri’ gazetesi yazı kurulundan ‘Mehmet oğlu Ferit Cavit’ ile, keza İngiliz casus teşkilatına dahil olduğu ve Anadolu’da özellikle Şeyh Sunusî Hazretleri’nin ahval ve harekatını takip etmek üzere görevlendirildiği iddia olunan 25 yaşlarında deniz teğmenlerinden Ürgüp’lü Paşazade Mehmet Ali’nin yapılan açık yargılamalarında Hintli Mustafa Sagîr’in gerçekten 10 yaşından beri sadece İngilizler hesabına casusluk yapmak üzere özel şekilde yetiştirildiği ve bir çok yerlerde İngilizlerin nam ve menfaatine casusluk yaptığı ve sonradan İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın muvafakati ve İngilizlerin İstanbul’da casusluk yapmağa memur ettikleri Miralay Nelson’un emri ile İstanbul’a gelip Anadolu’nun itimadını kazanmış bazı kimselerle ortak olarak ‘Türk-Hint Muhadenet Cemiyeti’ adıyla bir cemiyet kurduğu ve daha sonra Karakol Heyet-i Merkeziyesi’nden aldığı itimatname ve belgeyi hamilen kendisine Hint Hilafet Komitesi Olağanüstü Delegesi süsünü vererek Ankara’ya geldiği ve Ankara’da kimyasal bir karışım ve eczalı mürekkeple yazılmış mektuplarla İngilizlere gizli hususları bildirdiği ve bu suretle casusluk yaptığı gerek ele geçen delillerle ve gerek kendi itirafları ve yapılan yargılama esnasında şahitlerin beyanı ile sabit olan Hintli casus Mustafa Sagîr’in asılarak idamına, Ferit Cavid bin Mehmet Cavid’in ise İstanbul’da İngiliz casus teşkilatı başkanı olduğu anlaşılan İngiliz Miralay Nelson’un daire-i itimadına girerek casus Mustafa Sagîr ile bu teşkilatın bakanı Nelson arasında haberleşme aracılığı yapmak ve şu suretle gerek Mustafa Sagîr’den gizli raporları Nelson’a, gerekse Nelson’dan aldığı talimatı Hintli casusa getirip götürmesi ve bunu yaparken de para alması, kendisinin Mustafa Sagîr’in suçuna iştirak ettiği kanaatini vermiş ise de, Mustafa Sagîr’in tutuklanmasından önce içine düşen bir korku ile Hintli’nin gerçek görevini sabık İstihbarat Komisyonu Başkanı Binbaşı Rıza Bey’e, gerek Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya bir mektupla bildirmesi hafifletici sebeplerden sayılarak adı geçenin tutuklanma tarihi olan 22 Mart 1337 (1921) tarihinden itibaren müebbet küreğe mahkûmiyetine, gene aynı suçlara iştirak eden Bağdat Belediye Reis-i Sabıkı İzzet’in kasden İngilizler tarafından casus olarak Ankara’ya gönderildiğine dair Mustafa Sagîr’in kendi ifadesinden başka kanaat getirici bir ifadeye ulaşılmamakla beraber, İzzet’in Ankara’daki hareket tarzının calib-i zan ve şüphe bulunması dolayısıyla merkumun millî davanın bir mutlu sonla oluşacak iktidarına kadar hükümetin uygun bulacağı bir yerde kal’a-bend edilmesine ve bahriye mülazim-ı evveli Mehmet Ali Efendi’nin casusluğu sabit olmadığı, yalnız kendisinin bu millî davanın takibi için gerekli metin bir karaktere malik bulunmadığı anlaşıldığından bu kişinin de İstanbul’a iadesine, Mustafa Sagîr hakkında oy birliği ile, Ferit Cavid, İzzet ve Mehmet Ali hakkında oy çokluğuyla ve tümünün yüzlerine karşı karar verildi.

23 Mayıs 1373 (1921) Kılıç Ali İhsan (Kaynak: AYBARS, İstiklal Mahkemeleri,sayfa:76-77)

 

 

TIBBIYELİ HİKMET

Yorum bırakın